Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

15 Eylül 2014 Pazartesi

Ölüm Allah'ın emri de şu ayrılık olmasaydı...


Türkiye'de kadın cinayetleri her gün gittikçe artıyor, kadın cinayetleri gündelik hayatımızda o kadar sıradanlaştı ki artık çoğu cinayet haber bile olamıyor. Bunun son örneği Hatice Kaçmaz, Cumartesi günü Ankara'da sokak ortasında kalbinden altı defa bıçaklanmak suretiyle bir erkek tarafından öldürüldü. 

Bu ülkenin başkentinde işlenen bir kadın cinayeti bile medyada kendine yer bulamıyorsa bu ülkenin kuş uçmaz kervan göçmez bölgelerinde işlenen cinayetleri ve kadınları uygulanan şiddeti varın siz düşünün. Hatice Kaçmaz, bir yakınımın arkadaşı olduğu için bu cinayetten haberdar olabildim. Bunun üzerine kısa bir araştırma yaptım ve gördüm ki, bu vahim olay yerel gazete ve kanallarda bile kendisine yer bulamamış.

Hatice Kaçmaz 29 yaşındaydı, iki sene önce bir trafik kazasında eşini kaybetmişti, üç buçuk yaşında bir kızı vardı. Kızına hem annelik hem de babalık yapan bu saygıdeğer insan, ekmek parasını müzikten kazanıyordu. TRT'de ve çeşitli organizasyonlarda o güzel sesiyle türküler söylüyordu, albüm yapmak en büyük hayallerinden biriydi. 

Karşısına, kendisine aşık olduğunu iddia eden Orhan.M adında biri çıktı; Hatice, kızını bir üvey babanın yetiştirmesini istemediği için evlilik teklifini kibarca reddetti. Katil hiç vazgeçmedi, bir gün karşısına yine çıkıp onu kaçırmak istedi. Hatice direndi ve katil onu kalbinden altı defa bıçaklayarak öldürdü.

Aile'nin acısı çok taze olduğu ve olay basına yansımadığı için katille ilgili daha fazla bilgi alamadım ama öğrendiğim kadarıyla katil daha önce de kendi kardeşini öldürmüş ve babasını da yaralamış. Adalet dağıtmayan hukuk sistemimiz yeterince ceza vermediği için bir insan daha öldü, her ne kadar katil Orhan.M isimli o şahıs olsa da son 12 yılda %1400 artış gösteren diğer kadın cinayetleri gibi Hatice'nin de azmettiricisi devlettir.

Hatice, üç buçuk yaşındaki kızına hem annelik hem de babalık yapıyordu. Katil ve azmettiricisi, sadece Hatice'yi değil şu dünyada annesinden başka kimsesi olmayan bir çocuğu da hem yetim hem de öksüz bırakarak canlı canlı öldürdüler. 

Bir çocuk daha, anne ve baba şevkatinin ne demek olduğunu bilmeden büyüyecek. Hatice Kaçmaz'ın TRT'de söylediği bir türküden dinleyelim, "Ölüm Allah'ın emri de şu ayrılık olmasaydı..." 




                                                                                                       16.09.2014 
                                                                                                       https://twitter.com/mtcsssyyh

















17 Ağustos 2014 Pazar

"Bizim elimize geçen her yer böyle mi olacak!"


2008 yılında, Van'ın Gevaş ilçesinde 700 yıllık Halime Hatun Kümbeti'nin hemen arkasına Toki tarafından bir yurt inşa edilmiş. Bundan birçok kişi gibi haberim yoktu, geçtiğimiz günlerde olayın tekrar gündeme gelmesi vesilesiyle haberdar oldum. Kümbet, arkasındaki ağaçlar ve dağ ile birlikte tarih ve doğanın iç içe olduğu ender yapılardan biri olarak turistlerin gözde mekanıydı. Toki'nin hemen arkasına inşa ettiği yurt yüzünden Kümbet, artık bir "ucube" gibi görünüyor.


Halime Hatun Kümbeti bir istisna değil, gün geçmiyor ki memleketimizde yeni bir tarih ya da doğa katliamı yapılmasın. 

Yine 2008 yılında doğal görüntüsü nedeniyle her yıl binlerce turistin ziyaret ettiği Trabzon Uzungöl'ün çevresine istinat duvarı örüldü. Gelen tepkiler üzerine istinat duvarı yıkılarak bu sefer de gölün çevresine set çekildi ve gölün çevresinde yapılaşmaya izin verildi. Yapılaşma ve çevreye çekilen set, Uzungöl'ün doğal bir göl'den ziyade insan eliyle yapılmış bir havuz gibi görünmesine sebep oldu. 



10.000 yıllık bir tarihi geçmişi olan Hasankeyf de yakında yapımı bitecek Ilısu barajı dolayısıyla sular altında kalacak. 2012 yılında oraya gitme fırsatı bulmuştum, orda tanıştığım İspanya'lı ve Güney Kore'li turistlere buranın kısa süre sonra baraj yapımı dolayısıyla sular altında kalacağını söylediğimde "nasıl kıyılır böyle bir yere, bu delilik" demişlerdi. 



Atatürk Orman Çiftliği de son zamanlarda içine yapılan "Başkanlık konutu Ak Saray" ve içinden geçirilen yollar dolayısıyla yok olma eşiğinde.






3. köprü ve 3. havalimanı dolayısıyla 2.5 milyon'a yakın ağaç kesildi. Kanal İstanbul ve diğer çılgın projeler de yapıldığında İstanbul'da artık mezarlıklar haricinde yeşil alan kalmayacak.



Doğal ve tarihi zenginliklerin değerini bilmeyen bir ülkeyiz. Başbakan Erdoğan "3-5 çanak çömlek yüzünden Marmaray, 4 yıl gecikmeli bitti" demişti. Bakan ise o kazılarda toplamda 35.000 tarihi eser çıktığını söylemişti. Tarihi eserlere 3-5 çanak çömlek olarak bakıldığı için de yetkililer Eti Arkeoloji müzesini hiç çekinmeden düğün salonu olarak kiraya verebiliyorlar.


Malesef, ne tarihi ve doğal zenginliklerimize sahip çıkamıyoruz. Sabahattin Ali, Çirkince adlı hikayesinde bu durumu çok net olarak açıklar. Cumhuriyet'ten önce gezip hayran kaldığı Çirkince'ye bir de Cumhuriyet'ten sonra görmek ister ve gider. Mübadele yapıldığı için Gayrımüslim'ler orayı terk etmek zorunda kalmışlardır ve onların yerine Muhacirler yerleştirilmiştir. Muhacirler, "bu gavurlar muhakkak giderken buraya gömü bırakmışlardır" diyerek tüm evleri yıkıp harabeye çevirmiş ve çeşit çeşit meyve veren ağaçları da kesip kereste olarak satmışlardır. İlçe kaymakamı, "ülkemizin böyle güzel bir köşesinin adı Çirkince olamaz" diyerek ilçenin adını Şirince olarak değiştirmiştir. Sabahattin Ali, oraya tekrar geldiği için hayal kırıklığına uğramıştır çünkü adı Çirkince iken cennetten bir köşe kadar güzel olan bu kasaba, adı Şirince olduktan sonra dünyanın en kötü yeri haline gelmiştir. Bunun üzerine, "bizim elimize geçen her yer böyle mi olacak!" diyerek kasabadan ayrılmıştır.

Gerçekte de aynı bu hikayede olduğu gibi, insanlarımız söz konusu para olduğu vakit hiçbir güzelliği çirkinliğe çevirmekten geri durmuyorlar. Biz de aynı soruyu biraz değiştirerek yetkililere soralım. Bu ülke bizim değil de yanı başımızdaki "gavur" Avrupalı'ların elinde olsaydı, aynı şey yapılır mıydı? Bizim elimize geçen her yer böyle mi olacak!"

                                                                      

                                                                     18.08.2014

                                                                     mütecessis seyyah (mtcsssyyh) on Twitter




                         














16 Haziran 2014 Pazartesi

"Devlet Baba" çocuklarını öldürmeye devam ediyor!





Devlet, insanları koruyan kollayan ve onların güven içerisinde yaşamasını sağlamak için yine insanlar tarafından kurulmuş bir yapıdır. Devlet, koruyucu ve kollayıcı olma özelliğiyle aile içinde babaya karşılık geldiği için özellikle bizim toplumumuzda çoğunlukla "Devlet Baba" olarak nitelendirilir.

Baba kelimesi genel olarak çoğumuza olumlu şeyleri ve iyi babaları hatırlatsa da bir de hayatı çocuklarına zindan eden babalar vardır. Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna'da yarattığı kahramana babası için, "babam benim için hemen hemen hiç mevcut değildi; yalnız 'baba' dedikleri soyut bir kavramın insan şeklinde görünüşüydü" dedirtecekti. Aynı şekilde Yusuf Atılgan da Aylak Adam'da "babam, görürsünüz adam olmayacak bu çocuk derdi. Konuşmazdım. Sevinirdim. Babam adamsa ben olmayacaktım." diyecekti. 

Dün babalar günüydü, Soma'da 'Devlet Baba'nın babasız bıraktığı yüzlerce çocuk babalarının mezarına aldıkları karneleriyle gittiler."Devlet Baba", bir çocuğun hepsi pekiyi olan karnesinin sevincini yaşamasına; bir babanın da bu karneyi getiren evladıyla gurur duymasına izin vermemişti.

Soma'da öldürülen babalar iyi babalardı, "Devlet Baba" ise kötü baba. O, babalardan evlatlarını, evlatlardan ise babalarını alan bir canavar. O, gazetelerde okuduğumuz cinnet geçirdiği için tüm çocuklarını öldüren bir baba. 

Dün babalar günüydü, 15 yaşında öldürdüğü Berkin Elvan'ı mitinglerde yuhalatan "Devlet Baba" bu sefer de Lice'de kalekol protestosunda öldürülen insanlara dikkat çekmek amacıyla Adana'da düzenlenen protestolara "izinsiz" katıldığı için 15 yaşındaki İbrahim ARAS'ı öldürdü. "Devlet Baba" çocuklarını affetmiyor, en ufak itirazda bulunanı hemen öldürüyor. 

"Devlet Baba", çocuklarını öz ve üvey olarak ikiye ayırıyor, üvey evlatlarını öldürürken öz evlatlarının da desteğini alıyor. Gezi'ye kadar tek üvey evlat Kürtler iken Gezi'den sonra öz evlat seküler kesim de üvey evlatlar arasına girdi. Bugün sadece muhafazakarlar öz evlat statüsünde ve bu yüzden de kendilerini güvende hissediyorlar. "Devlet Baba" bir gün onları da üvey evlat statüsüne alıp öldürecek, ancak o gün seslerini çıkaracaklar ama korkarım ki o gün her şey için çok geç olacak.

Babalar gününde bile öldürmekten geri durmayan zalim bir babamız var. Şeytanın Avukatı filminde, "Babasız olmaktan daha kötü bir şey varsa, o da benimki gibi bir babaya sahip olmaktır" şeklinde yer alan bir replik vardı tam olarak bizim durumumuzu anlatıyor. Devletsiz olmaktan daha kötü bir şey varsa, o da bizimki gibi bir devlete sahip olmaktır!

NOT: Sabahattin Ali'den konu açılmışken onun da "Devlet Baba" tarafından 1948 yılında henüz 41 yaşındayken öldürüldüğünü hatırlatmadan geçemeyeceğim.

                                                                               16.06.2014

                                                                               mütecessis seyyah (mtcsssyyh) on Twitter