Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

25 Kasım 2013 Pazartesi

Hepimiz, Franz Kafka'nın Joseph K'sıyız.


Franz Kafka, "Birisi, Joseph K. ile ilgili olarak yanlış bir suçlamada bulunmuş olmalıydı, çünkü yanlış bir şey yapmamış olmamasına rağmen bir sabah tutuklandı." cümlesiyle başlar Dava isimli kitabına. Bu kitabı okuyalı çok oldu ama ne o kitabı ne de o kitabın kahramanını unutamıyorum, unutturmuyorlar! 

Birkaç gün önce oyuncu Barış Atay ve onunla beraber beş kişi daha RedHack davasından gözaltına alındı. Bu bir ilk değildi ve son da olmayacaktı. Dün gece suçsuz oldukları anlaşıldığı için hepsi serbest bırakıldı, çünkü gerçekten suçsuzdular. Barış Atay, "twitterdan anlayan biri foto yüklerken neden internal server error verdiğini söyleyebilir mi?" diye twit atacak kadar bilgisayardan anlamayan bir insandı, eğer onu bile hacker olmak suçuyla gözaltına aldılarsa bir gün internetten gazete okuyup birkaç twit atabilen herkesi gözaltına alabilecekler demektir. Zaten savcılıkta da "gezi parkı sürecinde twit attın mı?" diye soru sormuşlar. Gezi parkı eylemlerinde 24 saat içinde 2 milyon twit atılmıştı, bu suçsa hepimiz suçluyuz. Hali hazırda "siber suçlarla mücadele daire başkanlığı" açılmışken bir gün hepimiz, twit attığımız için tutuklanabiliriz.

RedHack, KCK ve Ergenekon davaları söz konusu olduğunda devletin gözü kararıyor ve hukuk'un "aksi ispatlanana kadar herkes masumdur" ilkesini unutup "masumiyeti ispatlanana kadar herkes suçludur" cümlesini kendilerine şiar ediniyorlar. Herhangi bir şekilde delillerin karartılmasının mümkün olmadığı durumlarda bile insanları tutuklu yargılayarak özgürlüklerine el koyuyorlar. Suçsuzlukları ispatlanana kadar çoğu cezaevlerinde kötü koşullarından kaynaklanan, filmlere ve kitaplara konu olabilecek dramlar yaşamak zorunda kalıyorlar. 

Mevcut terörle mücadele kanunu ve iktidarın tavrı masum insanların suçlu ilan edilmesine çok açıktır. İdris Naim Şahin, 2011 yılında yaptığı bir konuşmada "terör sadece dağda çatışmayla olmaz şiir yazarak, resim yaparak, makale yazarak teröre destek olanlar var" demişti. Bu demek oluyor ki, hepimizde bir Joseph K. potansiyeli var. Bir sabah, ne suç işlediğimizi bilmeden twit attığımız, şiir okuduğumuz, resim yaptığımız ve makale yazdığımız için terörist sayılarak gözaltına alınabiliriz.

Kafka, Dönüşüm kitabında, sabah uyandığında kendisini böcek olarak bulan Gregor Samsa'yı anlatırken, Dava kitabında ise devletinin gözünde bir böcek kadar bile değeri olmayan bizleri anlatır.

Kaynaklar: 1) Franz Kafka, Dava (1925)   2)https://twitter.com/barisatay/status/379740292909637632  3) http://www.radikal.com.tr/politika/icisleri_bakanindan_yeni_teror_tarifleri-1073629 ) 4)Konuyla ilgili film önerisi: İn the Name of the Father

                                                                             




                                                                             mütecessis seyyah (KapkaraMizah) on Twitter


                                                                             26.11.2013







24 Kasım 2013 Pazar

Hırpalayan polisler, hırpalanan öğretmenlerin yetiştirdiği bir nesildir.


Sürekli değişen ülke gündemimizi son günlerde de eğitim sistemi işgal ediyor. Aslında olması gereken gündemimiz de tam olarak bu ama eğitim sistemini değil sonuçlarını konuştuğumuz için işgal kelimesini kullanıyorum. Dersaneler de, polisin Ankara'nın göbeğinde öğretmenleri hırpalaması da eğitim sisteminin dolaylı sonuçlarıdır.

Eğitim sistemimiz, her şeyden önce bilimsel değil, ideolojiktir. Okullar, devletin ideoloji pompaladığı kurumlar olarak görev görmektedirler. Bu ülkenin eğitim müfredatı yıllardır öğrenci şekillendirmeye yönelik yazılıyor. Milli eğitim'in çarklarından geçmiş bir öğrenci eğer sadece müfredat kitaplarıyla yetinmişse ideolojisi az çok bellidir. On iki yıllık zorunlu eğitimden geçen bu öğrenciler, devletin istediği makbul vatandaşlar haline gelmişlerdir. Bilimle uzaktan yakından ilgisi olmayan pragmatizme dayalı bu eğitimin sonunda seri üretim ile aynı fabrikadan çıkan ürünler gibi bu öğrenciler de birbirlerine benzer özellikler gösterirler. Görselde görüldüğü gibi aynı dünya görüşüne sahiptirler ve devletin istediği yönde gelişmelerini tamamlamışlardır. 

Bu anlattıklarım sanki distopik romanları andırıyor olabilir ama hepimiz bu süreçten geçtik. Devlet, Kürt vatandaşların çocuklarını asimile etmek için yıllardır okulları kullanıyor. Okula ilk geldiği gün, anadilinde konuşması yasaklandığı gibi başka bir dilde eğitime tutuldu. On iki yıllık eğitimin sonunda, öğrenci anadilini unutmuş ve çoktan başka bir dil ile düşünmeye başlamıştır.

Devlet, Alevi vatandaşların çocuklarını ise din kültürü ve ahlak bilgisi dersi ile sünnileştirmeye çalıştı. Bu öğrenciler bu eğitimin sonucunda sünni olmamış olsalar da aleviliğin hak bir meshep olmadığını kabullenmek zorunda kalmışlardır.

Devlet, dindar vatandaşların çocuklarını ise sekülerleştirmek amacıyla Atatürk'çülüğü
 dikte ediyordu. Alevi'ye zorunlu din dersi veren devlet, hali hazırda dindar ailelerden gelen çocukları da sekülerleştirmek istiyordu. Yani, vatandaşlar sünni olsun ama dindar olmasın istiyordu.

 Son on yıldır ülkeyi yöneten AKP iktidarı ise bu sekülerleştirmeyi azaltmakla kalmayıp müfredata Siyer ve Kuran derslerini de ekleyerek eğitimi daha da muhafazakar çizgiye çekmiştir. Eğitim sistemi iktidar olanın kendi ideolojisini pompaladığı bir araç, okullar ise bunu gerçekleştiren kurumlar olarak kullanılmaktadır. 

AKP öncesi devlet, ulusalcı, seküler sünni ve Atatürk'çü vatandaşlar yetiştirmek istiyordu. AKP sonrası devlet ise vatandaşın, milliyetçi, dindar sünni ve muhafazakar olmasını istediği için eğitim sitemini 4+4+4 olarak şekillendiriyor. 

Dersane ve öğretmenlerin hırpalanması olayına geri dönecek olursak da, dersaneler yıllarca öğrencisini şekillendirmekle uğraşan devletin vermeyi unuttuğu eğitimi öğrencilere vermek için ortaya çıkan kurumlardır ve öğretmenler gününden bir gün önce öğretmenleri hırpalayacak kadar gözü dönen polisler ise yıllarca okullarda devletin bekası için her şeyin makbul olduğu öğretilen öğrencilerdir. Hırpalayan polisler, hırpalanan öğretmenlerin yetiştirdiği bir nesildir.

Eğer sadece müfredat kitaplarını okuyan biri olsaydım ya öğretmenleri hırpalayan bir polis ya da öğretmenlerin meydanlarda düştüğü bu acı durum karşısında oh çekip alkışlayan bir vatandaş olurdum.Belki de destan yazdılar bile derdim ama demiyorum çünkü ben, Mark Twain'in de dediği gibi "hiçbir zaman okulun eğitimime engel olmasına izin vermedim"

Bugün öğretmenler günü, bu vesileyle öğrencilerine müfredat haricinde bir kelime olsun öğreten tüm öğretmenlerin önünde saygıyla eğiliyorum.


mütecessis seyyah (KapkaraMizah) on Twitter

24.11.2013