Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

18 Haziran 2013 Salı

Vurarak-kırarak değil, durarak !


Gezi eylemleri ilk olarak birkaç genç tarafından başlatılmıştı. Bu gençler, parkın içine çadır kurup kitap okuyarak eylemlerini, barışçıl bir şekilde sürdürüyorlardı. Polis'in sabah ezanında parkı basıp gençleri darp etmesi ve çadırlarını yakması toplumda bir duyarlılık oluşturdu. Sonrasında ise bu direnişe destek olmak ve o gençleri yalnız bırakmamak için yüz binlerce insan Gezi Parkı'na akın etti. 

İnsanlar o parkı şenlik alanına dönüştürdüler, egemenler şaşırmışlardı, ne yapacaklarını bilemez halde bu topluluğu analiz etmeye başladılar. Bu eylemciler, herhangi bir partinin yandaşları değil, yirmili yaşlarında olan ve daha önce hiçbir eyleme katılmamış insanlardı; bir liderleri yoktu; protestoları, orantısız zeka-mizah ve ironi kokuyordu; uğruna mücadele ettikleri şey ise daha önce Türkiye siyasetinde yer bulamamış olan doğa sevgisiydi ve bu, demokratik-barışçıl eylemler toplumun çoğunluğu tarafından haklı bulunuyordu. Rüzgar'ı tersine çevirip bu eylemlerin seyrini değiştirmek için o grup, provake edilmeliydi. 

Çok geçmeden polis, eylemcilere karşı biber gazı-tazyikli su ve jop kullanarak onların da şiddete yönelmesini sağladı. Bazı eylemciler ya da provakatörler, kamu malına zarar verip polisle çatışma durumuna gelmişlerdi. Bu görüntüler televizyonlarda gösterildikten sonra "bunlar marjinaller, başta barışçıldı ama artık değil, biz de şiddet kullanmak istemezdik ama bizi mecbur bıraktılar" gibi kalıplarla uyguladıkları şiddeti meşrulaştırdılar. Halk, bu şiddete dayanamayarak başta Taksim Meydanı olmak üzere tüm alanları terketmek zorunda kaldı.

Dün akşam 20.30'da bir vatandaş, Taksim Meydanı'nda ayakta durarak tepkisini dile getirdi. Başta tek başınaydı, ilerleyen saatlerde yanında yüzlerce ve ülkenin çeşitli yerlerinde binlerce kişi aynı protestoyu gerçekleştirdi. Bu kez provake olmayacağız, bu kez sizin silahınızla sizinle savaşmayacağız, bu kez oyuna gelmeyeceğiz çünkü John Lennon'un ne demek istediğini artık daha iyi anlıyoruz.

"Olay şiddet kullanımına dönüşmeye başladığı zaman, sistemin oyununa geliyorsunuz demektir. Yerleşik düzen sizi, kavgaya sokmak için kızdırmaya çalışacak, sakalınızı kesecek, yüzünüze fiske atacaktır. Çünkü, siz bir kere şiddete başvurduktan sonra sizinle nasıl başa çıkacaklarını iyi bilirler. Nasıl başa çıkamayacaklarını bilmedikleri tek şey, şiddet dışı eylemler ve mizahtır"

Alıntı: John Lennon

18.06.2013






5 Haziran 2013 Çarşamba

Bir Çapulcunun Günlüğü




Dün, benim gibi çapulcu olan halkımla Ankara Kızılay Meydanındaydım,  ama öncesi de var tabi.  Evden çıkacağım zaman, annem beni göndermek istemedi. Eylemlerde polis şiddeti dolayısıyla ölenleri saydı, "ben seni yerde bulmadım oğlum" dedi, kendince haklıydı da. Sonunda ısrarlarıma dayanamayarak, yolumdan çekilmişti. Kapı ağzında, annemi haklı çıkarırcasına kendisine sarılarak helallik istedim, sanki demokratik bir eyleme değil de savaşa gidiyormuş gibi.

Eylem alanına vardığımda, annemle karkularımızın yersiz olduğunu düşündüm çünkü insanlar, davul-zurna eşliğinde halay çekiyorlardı, ben de müdahil oldum. Birbirini tanımadığı halde, birbirine bu kadar sıcak davranan bir topluluğu daha önce hiç görmemiştim. Orada Alevi-Sünni, Sağcı-Solcu ya da Türk-Kürt ayrımı yoktu, birbirimize tüm bu kimliklerin çok üstünde olan "çapulcu" kimliğiyle bağlanmıştık çünkü Başbakan, bizi öyle nitelendiriyordu. Bu İktidar döneminde ötelenen, ötekileştirilen kim varsa "çapulcu" kimliğiyle oradaydı.

Akşama kadar, piknik alanı gibi şen- şakrak olan, hiçbir olayın gerçekleşmediği bu alan polis'in girmesiyle gaz altında kaldı. Polis sağa sola gaz bombası atıyor, halkın üzerine TOMA'lar ile su sıkıyordu. İnsanlar, can havliyle kaçıştılar, mecburen ben de kaçtım. Annem bir kez daha haklı çıkmıştı. 

Halbuki, eylem alanında gördüğüm insanlar, İktidar'dan şiddet görmek değil, "özür dilerim, sizi de seviyorum, sizi anlıyorum, size saygı duyuyorum" gibi birkaç sevgi sözcüğü duymak istiyorlardı.

Yağan yağmurun etkisiyle iliklerime kadar ıslak halde eve geldiğimde, sesler duymaya başladım. Muhtemelen az evvel şiddete maruz kalarak alandan ayrılmak zorunda bırakılan insanlar, farklı bir protesto yolu geliştirmişlerdi ve bunu evlerinin balkonuna çıkıp tencere-tava ve ıslık çalarak yapıyorlardı. Tek başına hiçbir şey ifade etmeyen bir tencere sesi, tüm ülke tarafından çalınınca müthiş bir senfoni etkisi yaratıyordu. Üç-beş çapulcunun sesini kısan İktidar, ülke genelinde  çalan tencere-tava, ıslık ve yuhalamadan oluşan, çapulcuların senfonisini susturamıyordu, susturamazdı da.

Şiddetin çözüm olmadığını anlatmaya çalıştığımız bu yazımızı da  Gandhi'den bir alıntıyla bitirelim,  "Sevgi insanlığın, şiddet hayvanlığın kanunudur"


06.06.2013







3 Haziran 2013 Pazartesi

Bu İktidar Sosyoloji Bilmiyor




Halkın gösterdiği direnişi sürekli olarak Hükümet'in aldığı oy oranlarıyla karşılaştırarak küçümsemeye çalışanlar var. Hükümet, bu ülkenin %50 sinin oyunu almış olabilir ama şu bilinmelidir ki, oyunu alamadığı bir %50 daha var. Geriye kalan bu %50 bugüne kadar kendisine yapılan her türlü haksızlığı sineye çekti ama Gezi Parkı'nda yaşanan olaylar bardağı taşıran son damla oldu. Sonuç olarak,Türkiye'nin gelmiş geçmiş en apolitik gençliği sokağa döküldü. 

Dış basın, Türkiye'nin kuruluşundan bu yana bu kadar kalabalık bir kitlesel eyleme sahiplik etmediğini söylerken; Başbakan, bu kitleyi "üç-beş çapulcu olarak" nitelendiriyor ve Başkent'in AKP'li Belediye Başkanı Melih Gökçek, muhalif bir takipçisine "vallahi sizi bir kaşık suda boğarız" diyordu .Şüphesiz ki Başbakan'a ve Melih Gökçek'e bu cesareti, referandumda aldıkları %58 oranındaki evet ve son genel seçimlerde aldıkları %50 oranındaki oy potansiyeli veriyordu.

Peki, Başbakan'ın üç beş çapulcu olarak nitelediği bu insanlar neden sokaklara dökülmüşlerdi ?  
Adam yerine konmak istedikleri için; fikirlerinin önemsenmesini istedikleri için; tek adamın dayatmasını istemedikleri için; hayat tarzlarına müdahale edilmesini istemedikleri için; geçmişte şiir dolayısıyla tutuklanmış bir insanın Başbakanlık yaptığı bir ülkede, şiir yüzünden yargılanan sanatçılar ( Fazıl Say) istemedikleri için; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken 3.köprünün ağaçlar açısından katliam olacağını söyleyen bir insanın, Başbakanken 3.köprünün temelini atmasını anlayamadıkları için; geçmişte mazlum olduğunu söyleyen bir insanın, iktidara geldiği anda zalimleşmesini anlayamadıkları için sokaklara dökülmüşlerdi.

Karşımızda geçmişte yaşadıklarından ders almayan ve geçmişte yaşadıklarının rövanşını almaya çalışan bir iktidar var. Sokakta isyan eden kitleyi gördüğünde "bakın benim de evinde oturan bir %50'im var" diyen; "Reyhanlı'da-Uludere'de yanlış yaptın" dendiğinde, "araştırma yaptırdım halkım hala beni destekliyor" gibi bir cümle sarfedebilen bu iktidar sosyoloji nedir bilmiyor. Yaptığı her yanlışa karşı aldığı oy oranlarını işaret etmesi bundandır. Lutfedip, Sosyolog Kadir Cangızbay'ın bir yazısını okumuş
 olsalardı bu yanılgıya düşmezlerdi.


Ne diyordu Kadir Cangızbay, "Çoğunluk eğlence merkezlerine,kumarhanelere- kahvehanelere gidiyorsa ve kimse kütüphanelere-kitapçılara gitmiyorsa burdan kumarhanelerin iyi, kitapçıların kötü olduğunu mu anlayacağız? "




                                                                  mütecessis seyyah (KapkaraMizah) on Twitter

                                                                  04.06.2013